Fethi UN – Dünyanın En Güzel Hikayeleri-3

HAKKINI SAVUNMAK

Varlıklı bir bey yine kendisi gibi varlıklı bir kadınla evlenir. Bu kadından bir kız bir de erkek çocuğu olur. Bir süre sonra adam karısını kaybeder. Daha sonra varlıksız ve asaletsiz bir kadınla evlenir. Üvey anne çocuklarına karşı kötü davranışlar içine girer. Tüm bunlara dayanamayan oğlu yurt dışına kaçar.
Baba oğlu ile irtibat kurar ve oğluna ihtiyaçlarını karşılayacak kadar para gönderir. Üvey anne ise buna karşı çıkar. Uzun süre birbirlerinden haber alamazlar. Bunun üzerine üvey anne kocasını oğlunun öldüğüne inandırmaya çalışır ve mirasının kendi öz oğluna verilmesini ister.

Sonunda baba istemeyerek de olsa bunu kabul eder. Yine kocasıyla ile tartışırken kadın üvey oğlunun hayalini camda görür. Bundan çok korkan kadın ısrarlarından vazgeçer. Bir süre sonra kocasının şeytanla işbirliği yaptığını mahkeme kararıyla ispatlar ve kocasını tehdit ederek bir yıl içinde oğlundan haber gelmezse veya oğlu gelmezse şartı ile şahitler huzurunda anlaşma imzalanırken üvey oğlunun hayaleti görülür.

Üvey anne baygınlık geçirir, şahitler vazgeçer. Dava bir daha açılmamak üzere kapanır. Oğlu dört yıl sonra Doğu Atlantik adalarından döner.

BAYAN VEAL’ İN GERÇEK ÖYKÜSÜ


Bayan Borgrave, Bayan Veal öldükten sonra hayaletinin onu ziyaret ettiğini iddia etmektedir. Bayan Borgrave saygın ve sevilen biridir. Varlıklı değildi ve kocası tarafından kötü hareketlere maruz kalmıştı. Bayan Borgrave ve Bayan Veal çocukluklarından beri arkadaşlardı ve her şeylerini paylaşırlardı. Yıllar sonra bir gün Bayan Veal’ in arkadaşları kendisini bir işe yerleştirirler. Bunun üzerine aralarındaki arkadaşlık ve görüşmeler giderek azalır. Bir gün Bayan Borgrave evde otururken Bayan Veal çıkagelir ve hasret giderirler. Bayan Veal bazı isteklerde bulunduktan sonra veda eder. Bir süre sonra Bayan Borgrave, Bayan Veal’ i görmek ister. Fakat ziyaretinden önce onun ölmüş olduğunu öğrenir ve bunu akrabalarına anlatır. Çoğunluk Bayan Borgrave’ nin söylediklerine anlattığı somut deliller doğrultusunda inanır. Bazı kesimler Bayan Borgrave’ nin adını kötüye çıkarmak isteseler de başarılı olamazlar.

BATAKLIKTAKİ MAHKUM

Pip ablası ile bataklık bir yerde yaşamaktadır. Annesini ve babasını hiç görmemiştir. Bir gün kiliseye yakın kasvetli, ürkütücü bir ortamda ağlarken iri yarı ayakları zincirli bir adam görür. Adam Pip’ i kollarından yakalar ve cebindeki ekmeği yer. Pip’ e yarın sabah zincirlerden kurtulmak için alet ve bol yiyecek getirmesini, yoksa kendisini yiyeceğini söyler. Çocuk adamı bir daha görmez.

GARİP MÜŞTERİNİN ÖYKÜSÜ

Marsholsea cezaevinde yatmakta olan bir mahkumun, sefalet ve yokluk içinde tüm beklentilerinin tükendiği yaşantısının öyküsüdür.
Her sabah karısı çocuğu ile hapishaneye gelir ve kocasını görmeden geri dönmez. Adamın karısı ve çocuğu sefillik içinde her gün hayatta kalmak için mücadele etmektedirler. Çok geçmeden çocuk yoksulluktan ölür. Bunun üzerine kadının kocasıyla kalmasına izin verilir. Yokluk içinde ceza evinde bir süre birlikte oldular. Fakat kadında yoksulluğa daha fazla dayanamayıp kocasının kollarında can verir. Karısını ve çocuğunu kaybeden adam kendisini bu hallere koyan insana karşı sonsuz bir öfke duyar ve intikam yemini eder. Bir süre sonra ölen babasının tek varisi olduğundan tüm mirasını alır. Ceza evinden çıkar ve borçlarını öder. Daha sonra ettiği yemini unutmayıp kendine çekidüzen verir. Hapishanedeyken hayallerinde sürekli olarak onlardan sorumlu olan adamdan intikam almaktaydı.
Bir gün deniz kıyısında otururken, boğulan birisinin yardım sesini ve aynı anda “oğlumu kurtarın” diyen bir babanın feryadını duyar. Koşarak adama yaklaşır ve adamın intikam alacağı kişi olduğunu görür. Adamın tüm yalvarmalarına karşın. Çocuğunun ölmesine göz yumar. Aylar sonra büyük masraflar yaparak adamın tüm varlığını elinden alıp borçları nedeniyle adamı tutuklatır. Fakat adam polislerin boşluğundan yararlanıp kaçar. Uzun uğraşlar sonunda adam sefalet içinde bir otelde yaşarken bulunur. Polis adamı yakalayacağı sırada adam kendini öldürür. O günden sonra avukat müşterisinden hiç haber alamaz.

BİR GECELİK ODA

Hikaye 1456 yılının soğuk bir kasım gecesinde bir grup serserinin içki içip, kumar oyna¤¤¤¤¤, şömine ateşinde vakit geçirmeleriyle başlar. Kumar oynayanlar arasında herkes Villo’ nun yazdığı şiiri dinlerken Montigyn bıçağını çıkarıp bir anda Theve’ nin göğsüne saplar. O anda oradaki herkesi darağacı korkusu sarar. Aralarında anlaşarak oradan ayrılmaya karar verirler. Cesedin üstündeki parayı paylaştıktan sonra oradan tek tek ayrılırlar. Şairin bir anlık boşluğundan yararlanan rahip şairin cüzdanını çalar ve aralarında anlaşarak ilk önce onu gönderirler. Şair korkuyla olay yerinden uzaklaşırken bir yandan da elindeki parayla güzel bir gece geçireceğini hayal eder. Karanlık sokaktan geçerken ayağı bir şeye çarpar. Soğuktan donmuş bir kadındı bu. Hemen kadının üzerindeki birkaç peniyi alır. Bu parayı cüzdanına koymak için elini cüzdanına atar. Ama cüzdanını bulamaz. Olay yerine dönecek cesareti de kendinde bulamaz o da manevi babası Rubin’ in yanına gider, ama Rubin onu kabul etmez. Soğuktan donmamak için bir çare düşünürken bir ışık görür ve her şeyi göze alıp kapıyı çalar. Kapıyı açan adam onu içeri alır. Adam yaşlı bir şövalyedir. Çocuğun kolundaki kandan şüphelenip çocuğa katil olup olmadığını sorar, çocuk da her şeyi itiraf eder. Yaşlı şövalye onu sabaha kadar ağırlar ve sabah kaderine terk eder.

BÜYÜCÜ JANNET

Peder Murdoch Soulis yıllardır kırsal bir bölge olan Dule vadisindeki Balweary adlı köyde papazlık yapmaktaydı. Sert bir mizaca sahipti. Kolej mezunu, eğitimli bir din adamıydı. Fakat köylüler Tanrının kolej mezunu papazı sevmediğine inanıyorlardı. Peder konuşmayı fazla sevmeyen inançlı biriydi. Köylüler pederin kendisini çekip çevirecek biriyle evlenmesinde hemfikirdi.
Ve Jannet adındaki kadınla evlenebileceğini düşündüler. Bazıları bunun uygun olmadığını Jannet’ in büyücü olduğunu düşünüyorlardı.
Bir gün köy kadınları Jannet’ in birine büyü yaptığını düşünerek Jannet’ i nehre atıp boğmak isterler. Fakat nehre yakın yaşayan peder, Jannet’ i kurtarır ve birlikte yaşamaya başlarlar.

Jannet konuşmayı sevmeyen fakat damarına basılınca kararan biridir. Peder Soulis sürekli çıktığı ve yazı yazdığı tepede akbabaların kilisenin üzerinde uçtuğunu görür. Bir anormallik olduğunu düşünerek oraya gider. Orada bir zenciyle karşılaşır. Zenci pederi görünce kiliseye kaçıp kaybolur. Peder zenciyi arar, fakat bulamaz. Bu olaydan sonra peder Jannet’ ten şüphelenmeye başlar. Bir gece peder ayak sesleri duyar. Hemen Jannet’ in odasına bakar ve Jannet’ in cesediyle karşılaşır. Hemen köylüye haber vermek için köye döner. Bir anda Jannet’ in cesedinin karşısında ayakta durduğunu görür. Peder “ölüysen mezara, şeytansan cehenneme dön” der. Gökten bir yıldırım Jannet’ in bedenine düşer ve şeytan Jannet’ i terk eder. Peder koşarak köye gider. Ve köylüler kendisinden önce bir zencinin oradan koşarak uzaklaştığını söyleyince, peder zencinin şeytan olduğunu ve Jannet’ in bedenine sahip olduğunu anlar. Bundan sonra söylentiye göre tanrı pederi affetmemiş, peder günlerce hasta yatıp sayıklamıştır.

SADIK DOST

Yeşil keten kuşunun su samuruna anlattığı dostluk hikayesi:
Zamanın birinde Hans adında çok iyi biri yaşarmış. Ve çok güzel bir bahçesi varmış. Bahçesinde çeşit çeşit meyveler ve çiçekler varmış. Hans’ın birçok arkadaşı varmış. Fakat en iyi dostu Hugh adında bir değirmenciymiş. Öyle samimimişler ki her gün bahçesinden geçerken çiçekler ve meyveler alırmış ve dermiş ki “dostlar birbiriyle her şeyini paylaşmalı” Hans da ne güzel iyi bir dostum var diye sevinirmiş. Köy halkı zengin değirmencinin Hans’a bir şey vermediğini düşünür ve buna bir mana veremezlermiş. Kış aylarında Hans aç kalmamak için eşyalarından bazılarını satarmış. Değirmenci ise zenginlik içersinde yaşarmış. Ve Hans’ a hiç yardım etmezmiş. Bir bahar zamanı değirmenci Hans’ı ziyarete gitmiş. Hans’ta ona kışın aç kalmamak için birkaç eşyasını sattığını söylemiş. En önemlisi ise el arabasını sattığını, bunun kendi işi için gerekli olduğunu söylemiş. Değirmenci de ona kırık el arabasını vereceğini söylemiş. Ama bunun karşılığında Hans’tan birçok şey almış. Ertesi gün Hans, değirmencinin karısı için doktor çağırmaya gittiğinde karanlıkta uçurumdan düşüp ölmüş. Bütün köy halkı çok üzülmüş. Değirmenci ise en çok ben üzüldüm. Çünkü kırık el arabasını ben şimdi kime veririm demiş. Bundan sonra cömert olup kimseye bir şey vermeyeceğim demiş.

BALIKÇI VE RUHU

Genç balıkçı her gün balığa çıkar ve geçimini balıkçılıkla sürdürürdü. Bir akşam vakti ağlarını toplarken çok güzel bir deniz kızının ağlarına takıldığını görür. Deniz kızına aşık olur ve deniz kızına evlenme teklif eder. Fakat deniz kızı bunun ancak kendi ruhundan uzaklaşarak olacağını söyler ve kaybolur. Balıkçı hemen bir cadıya gider. Cadıdan güçlükle de olsa ruhundan nasıl kurtulacağını öğrenir. Daha sonra balıkçı cadıdan aldığı kamayla dolunayda ruhundan kurtulur. Ve hemen deniz kızına koşar. Birlikte yaşamaya başlarlar. Kendisinden kurtulmak istemeyen ruhu, balıkçının peşini bırakmaz. Her yıl balıkçıyla buluşmak üzere dünyanın çeşitli yerlerine gider. Balıkçıyı bulduğunda hileyle balıkçının bedenine girer. Fakat kalbine ulaşamaz. Bunun üzerine deniz kızı balıkçıdan ayrılır ve aylar sonra cesedi kıyıya vurur. Balıkçı deniz kızının cesedinin yanına uzanır ve kendisini ölüme terk eder. Köyün papazı önceleri onların günahkar olduğunu düşünerek kutsamaz. Fakat bir zaman sonra yaptıklarının yanlış olduğunu düşünerek tüm perileri, deniz kızlarını ve balıkçıyı kutsarlar. Hepsi huzura kavuşur.

BAY PETRİCK’ İN KARISI

Geçen yüzyılların birinde Petrick adında bir adam yaşarmış. Bu adam asalet ünvanı sahiplerine borç verir ve sonra hileyle malikanelerini ellerinden alırmış. Böylece sayısız malikane sahibi olmuş.
Petrick’ in oğlu ölmüş ve iki torunu kendine kalmış. Torunlarından büyük olanı fakir fakat çok güzel bir kızla evlenmiş. Zaman içinde bir oğlan sahibi olmuş. Karısı doğumdan hemen sonra hastalanmış. Öleceğini anlayınca kocasını yanına çağırıp ona doğurduğu çocuğun babasının o olmadığını asilzadelerden birisi olduğunu söylemiş. Büyük torun karısını çok sevdiği için çocuğu malikaneye yerleştirip kendisi normal bir hayat sürmüş. Ara sıra malikaneye gidip çocuğu görürmüş. Bu sıralarda bay Petrick vasiyetini hazırlamış. Bu vasiyette mirasın büyük torunu ve onun oğluna, daha sonra da küçük torununa kalacak şekilde hazırlamış. Bunu öğrenen büyük torun hemen Petrick’ in yanına gidip çocuğun babasının kendisi olmadığını söylemiş. Bunun üzerine Petrick vasiyeti değiştirmiş. Eski vasiyeti alan büyük torun oradan ayrılmış. Birkaç ay sonra Petrick ölümüş. Büyük torun zaman geçtikçe çocuğu sevmeye başlamış. Bir gece eski vasiyetle yeni vasiyeti değiştirmiş. Namuslu olan büyük torunun kalbi pek rahat değilmiş.
Aylar sonra bir gün bir doktorla karşılaşmış. Tesadüfen doktorun, ölen karısının ailesinin doktoru olduğunu öğrenmiş ve hemen olayı anlatmış. Doktor bu ailedekilerin gerçek olmayan hayalleri gerçekmiş gibi anlattığını söylemiş. Büyük torun uzun araştırmalar sonucunda bunların hastalıktan olduğunu ve çocuğun kendi çocuğu olduğunu öğrenmiş. Artık vicdanı rahattır.

SAHTE ŞAFAK

Günlerin birinde bir yerde iki kız kardeş yaşardı. Bu iki kız kardeş birbirinden hiç ayrılmazdı.
Büyük kız kardeşe evlenme teklif etmeye karar veren bir adam, bu ikisinin ayrılmadığını ve birine bir şey dendiğinde, onu övdüğünde diğerinin darılacağını biliyordu. Bu adam biraz garipti. Erkekler adama pek değer vermediği halde kadınların göz bebeğiydi. Kızlar ile bu adam devamlı birlikte gezer ve çevresindekiler tarafından bu adamın hangi kıza evlenme teklif edeceği merak edilirdi. Havalar ısındığında herkes yaylaya çıkarken guruplar halinde piknikler düzenlenirdi. Bu pikniklerde genç kızlar evleneceği erkeği seçerlerdi. Yine bu pikniklerin birinde bir kum fırtınası çıkar. Bu piknikte adam ve kız kardeşler de vardır. Kum fırtınasının olduğu sırada adam büyük kız kardeş diye yanlışlıkla küçük kız kardeşe evlenme teklif eder. Daha sonra büyük kız kardeş feryatla oradan kaçmaya başlar. Peşinden başka bir adam koşar ve büyük kız kardeşi yakalayıp getirir. Sonra buna evlenme teklif etmek isteyen adam herkesin önünde büyük kız kardeşi öper. Etraftakiler adamı doğru seçiminden dolayı alkışlar ve yaylaya gidilir.

Bir yorum

  • ilker

    BATAKLIKTAKİ MAHKUM

    Pip ablası ile bataklık bir yerde yaşamaktadır. Annesini ve babasını hiç görmemiştir. Bir gün kiliseye yakın kasvetli, ürkütücü bir ortamda ağlarken iri yarı ayakları zincirli bir adam görür. Adam Pip’ i kollarından yakalar ve cebindeki ekmeği yer. Pip’ e yarın sabah zincirlerden kurtulmak için alet ve bol yiyecek getirmesini, yoksa kendisini yiyeceğini söyler. Çocuk adamı bir daha görmez.

    Bu hikaye yaşanmışmı? Bir sonuç çıkarmamız gerekiyorsa ben onuda anlamadım, ülkemizde hergün onlarca kadına kapkaç terörü yaşatılırken bundaki fark ne acaba?

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir