Aşkın gizemli dokunuşu

Bir gün hiç tanımadığınız bir adam çıkıverir karşınıza ve yaşamınızın başköşesine kuruluverir. Birlikte tatlı bir rüya görmeye başlarsınız sonra… Ama bir de bakarsınız, düşleriniz gerçek olmuşâ€¦

Aylardır hemen hemen her gün aynı saatte, deniz kenarındaki o banka gelip oturuyordu. Öylece oturup denizi seyrediyor, sonra da kalkıp ağır ağır yürüyerek uzaklaşıyordu. Kar tanelerinin havada uçuştuğu bu soğuk şubat gününde, gizemli yabancı gelip yine oturmuştu deniz kıyısındaki o banka. Her zaman olduğu gibi bir sigara yakmış, sigarasının dumanı soğuk, buz gibi havaya karışırken o yine hülyalı gözlerle, denizi, dalgaları, motorları ya da uzakta sadece kendisinin görebildiği bir noktayı seyre dalmıştı. Sonra sigarası bitince de ağır ağır ayağa kalkıp, siyah paltosuna sarılarak, yavaş ve mağrur adımlarla uzaklaşmıştı.

Gizemli genç adam
Aysun aylardır her gün bu manzarayı seyrediyordu. Çünkü gizemli yabancı her gün aynı saatlerde gelip oturuyordu evinin önündeki o banka. Ama ne kafasını kaldırıp etrafa baktığı vardı, ne de pencereden onu seyreden Aysun’u gördüğü. Aysun ise, gittikçe platonik bir aşkla bağlanmaya başlamıştı hiç tanımadığı bu genç adama. Acaba kimdi, neyin nesiydi? Bir derdi mi vardı? Birini mi bekliyordu? Ama hiç gelmeyecek birini… Öyle merak ediyordu ki, bu soruların cevabını. Aslında biliyordu, tüm bu soruların cevabı bu genç adamda gizliydi. Eğer gidip sorabilseydi tabii… Ama böyle bir şeyi yapacak cesareti kendinde bulamayacağını düşünüyordu Aysun. En azından şimdilik. Ah keşke, şöyle kafasını kaldırıp bir baksaydı ona doğru. Fark etseydi keşke Aysun’un aylardır camdan onu izlediğini. Banka oturuşundan sigarayı yakışına, ilk dumanı içine çekişinden dalgın dalgın uzaklara bakışına, sonra da kalkıp o her zamanki ağır ve mağrur adımlarla omuzlarını içine çekerek uzaklaşmasına kadar her hareketini ezberlediğini bir bilseydi. Hemen karşıdaki apartmanda, hiç tanımadığı bir adama uzaktan aşık olan bir kadın olduğunu bilseydi keşke.

Rüyalar gerçek olsa
o sabah gülümseyerek uyandı uykudan Aysun. Güzel bir rüya görmüştü. Rüyasında üstünde bembeyaz bir elbise, başında papatyalardan bir taç, dans edip duruyordu. Birisi vardı, onun için dans ediyordu sanki ama adamın yüzünü görememişti. Sadece dansını alkışlıyordu bu adam. Aysun da o alkışladıkça daha büyük bir coşkuyla dans edip duruyordu. Bir peri kızını andırıyordu rüyasında. İnsanın hiç uyanmak istemediği rüyalar vardır ya hani, işte onlardan biriydi. Böyle gülümseyerek uyanmasının nedeni de o beyaz elbiseydi belki de. Yoksa uçarak dans etmesi mi? Yok, aslında onu alkışla yan, yüzü görünmeyen ama kim olduğunu bildiği o yabancı belki de. İstemeye istemeye kalktı yataktan. Evi biraz havalandırmak için camı açtı. Keskin bir soğuk tokat gibi çarptı yüzüne. Şubat soğuğu! Saat neredeyse öğle olmuştu. “Hay Allah geç kaldım” diye söylendi kendi kendine. Hemen giyinip hazırlandı. Saçlarını taradı, hafif bir makyaj yaptı. Kahvesini alıp, camın önündeki koltuğa oturdu ve beklemeye başladı.

Pencereden bakan kadın
Bu aylardır oynadığı bir oyundu kendi kendine. O banka oturan gizemli adamı gördüğünden beri, her gün aynı saatte hazırlanıp camın önündeki koltukta yerini alıyordu Aysun. Eğer genç adam onu fark edecek olursa, gülümseyip el sallamak için… Evet, bunu yapacaktı, kesin yapacaktı. Ama hiç bakmıyordu ki ona doğru. Evin içi çok sessizdi. Dayanılmayacak kadar sessiz. Gidip radyoyu açtı hemen.

Gözlerime bak yeter
Önce sessizliği paylaşırsınız, sonra bir gülümseyişi . Ve nihayet ömür boyu sürecek bir mutluluğu. Aşkın gizemli dokunuşu sizi büyülü bir yolculuğa çağırıyordur belki de… Sevgililer gününde yalnız kalmayasınız diye…

Eskilerden bir tango çalmaya başladı. Çok eskilerden… Babasının en çok sevdiği şarkıydı bu. “Papatya gibisin, beyaz ve ince…” Gözlerini kapayınca, anne ile babasının dans ettiklerini görebiliyordu.

Annesi ve babası örnekti
Aysun öyle imrenirdi ki onların aşkına! Hayatta tek istediği annesi ile babasının yaşadığı gibi bir aşk yaşayabilmekti. Tam otuz yıl evli kalmıştı annesi ile babası ve birbirlerine hep aşkla, tutkuyla bağlıydılar. Bakışlarından dokunuşlarına, birbirleriyle konuşurken seslerinin tınısına kadar her hallerinden belli olurdu aşkları. Öyle büyük bir aşktı ki bu, ölüme de birlikte gitmişlerdi. Zamansız bir ölümdü onlarınki ama ölüm bile ayıramamıştı onları işte. O korkunç trafik kazasında yaşamlarını yitirdiklerinde, çektiği dayanılmaz acıya rağmen, Aysun’u biraz olsun rahatlatan tek şey onların birlikte başka bir dünyada olduğunu bilmekti. Çünkü eğer sadece biri sağ çıksaydı o korkunç kazadan, diğeri bu acıya asla katlanamazdı. Aysun, ömür boyu aşkın ve mutluluğun olabileceğine inanmıştı annesi ile babası sayesinde. Bütün mesele doğruyu bulmaktı sadece. Doğru zamanda doğru kişiyi bulmak…

Sonunda cesaret etti
Gözlerini tekrar açtığında onu gördü. Saat tam on ikiye çeyrek kala gizemli adam geldi ve yine banka oturdu.
Cebinden sigara paketini çıkardı ama yakmadı. Bir şey arıyordu ceplerinde ama bulamıyordu sanki. Sigarası öylece parmaklarının arasında duruyordu. Aysun’un aklından çılgınca bir fikir geçti ansızın ve rüzgar gibi fırladı evden. İki dakika sonra sahildeki o bankın yanındaydı. Gizemli adama elindeki çakmağı uzattı ve yine aynı hızla koşarak eve girdi. Nefes nefese kalmıştı. Hızlı hızlı solurken cama gitmeye cesaret edemiyordu bir türlü. Bir an, sadece kısacık bir an göz göze gelmişlerdi yabancıyla ve o birkaç saniye bile yetmişti ona. Nasıl da delici bakışları vardı öyle! Kömür karası gözleri ve uzun kirpikleriyle, biliyordu Aysun o gözleri asla unutamayacaktı. O gece heyecandan ve mutluluktan doğru dürüst uyuyamadı Aysun.

İki kişilik oyun
Ertesi gün yine aynı saatte pencerenin önündeki yerini almıştı çoktan. Kıpkırmızı bir elbise giymişti o gün. Kendini çok güzel, çok cesur ve çok aşık hissediyordu. Genç adam, siyah paltosunun yakasını havaya kaldırmış, yine ağır adımlarla yaklaşıyordu banka doğru. Cebinden sigarasını çıkardı ama tam yakacakken birden kafasını kaldırıp cama doğru baktı. Aysun’a doğru. Elinde tuttuğu kırmızı çakmak, dün Aysun’un ona verdiği çakmaktı. Belli belirsiz gülümsedi genç adam. Aysun da gülümseyerek karşılık verdi ona. Hafifçe el salladı. Kalbi sanki yerinden çıkacakmış gibi atıyordu. Kendini çimdikledi, bunun gerçek mi rüya mı olduğuna emin olmak için. Kırmızı elbisesinin üzerine yün şalını alarak dışarıya çıktı Aysun. Usulca yaklaştı bankta oturan genç adama. Hiçbir şey söylemeden sessizce banka, gizemli yabancının yanına oturdu.

Sessizliği paylaştılar
Öyle orada ne kadar oturdular bilinmez ama hiç konuşmadılar. Sanki konuşursa büyü bozulacak, hayaller dağılacak, yanındaki adam bir masal kahramanı gibi kaybolup gidecekmiş gibi geliyordu Aysun’a. Onun için hiç konuşmadı. Kafasındaki bütün soruları itti kenara. Hiç konuşmadan, öylece oturdu genç adamın yanında. Gizemli yabancı birkaç kez ona bakıp tatlı tatlı gülümsedi, ama o kadar. Sadece gülümsedi. Gülümseyerek karşılık verdi Aysun. ilk defa biriyle sessizliği paylaşıyordu. Öyle soğuktu ki, ağızlarından dumanlar Çıkıyordu, sadece sözler değil. Öyle hoşuna gitmişti ki bu sessiz ortaklık. Bıraksalar orada onun yanında böyle günlerce kalabilirdi herhalde… Neden sonra genç adam yavaşça kalktı ayağa. O kömür karası gözleriyle derin derin baktı Aysun’a. Delici soğuğa rağmen içinden ateşler yükseldi Aysun’un. “Görüşürüz” dedi fısıltı halinde bir sesle. Sadece bir kelime “görüşürüz”, Ama bu kadarı bile yetmişti Aysun’a. Genç adam yanından uzaklaşırken usulca fısıldadı arkasından Aysun: “Görüşürüz”.

Yataklara düşüyor
Ertesi gün yataktan kalkamadı Aysun. Şiddetli bir gribe yakalanmıştı.
Doktor geldi eve. “Fena üşütmüşsünüz” dedi, “Dinlenmeniz ve bu ilaçları kullanmanız lazım.” Öksürmeye de başlamıştı aynı zamanda, çok ateşi vardı. Kardeşi gelmişti ona bakmak için. “Ne yaptın sen kuzum, karda mı yattın?” diye söyleniyordu kardeşi. “Nerede üşüttün sen böyle?” Aysun’un aklı hep o yabancı adamdaydı. Ya gelmişse ve onu beklemişse? Merak etmiştir şimdi. Yataktan kalkmak istiyor ama kalkamıyordu bir türlü. Öyle halsizdi ki! Uyuyup uyanıyor ve o genç adam hiç aklından çıkmıyordu. Neyse ki bir sonraki gün ateşi biraz düşmüştü ama doktor yataktan çıkmasını kesinlikle yasaklamıştı. Kız kardeşi, “Sayıklayıp durdun bütün gün. Korktum biraz ama neyse şimdi iyisin değil mi?” diye sordu. “İyiyim ben merak etme, iyileştim galiba.”

‘Görüşürüz’ deyip durdun, anlamadım ki kiminle konuşuyordun. Sadece ‘Görüşürüz’ dedin defalarca.” “Bilmem, hatırlamıyorum.” “Neyse benim artık gitmem lazım, sen daha iyisin nasıl olsa. Eğer bugün de işe gitmezsem, kovacaklar beni. Ah az kalsın unutuyordum. Kapının zili çaldı bugün, saat tam on ikiye geliyordu. Kapıyı açtım ama kimseler yoktu kapıda. Sadece küçük bir kutu buldum. Küçük bir sandık gibi bir şey ama kilitli galiba, açılmıyor. Neyse al burada işte.”

Kalbi açan anahtar
Üstünde çiçek desenleri olan, küçücük tahta bir sandık. Aysun öyle emindi ki bu sandığı onun bıraktığına. İki gün arka arkaya onu göremeyince merak etmişti demek. Kalbi sıkışıyordu düşündükçe. Ayrıca bu oyun, ikisinin arasındaki bu küçük oyun öyle hoşuna gitmişti ki… Ama sandık kilitliydi, açılmıyordu. “Belki de bir şey yoktur içinde” diye düşündü. Ama neden ona böyle bir sandık hediye ettiğini de anlayamadı pek. Ertesi gün artık tamamen iyileşmişti. Aynanın karşısında biraz güzelleştikten sonra gidip pencerenin önündeki koltuğa oturdu ve beklemeye başladı yine. İşte karşıdan geliyordu gizemli aşkı. İyice yaklaşınca kafasını kaldırıp ona doğru baktı. Elinde bir şey tutuyor ve sanki elindeki şeyi Aysun’a göstermek istiyordu. Ama seçemiyordu Aysun, elindekinin ne olduğunu. Elinde tuttuğu her neyse bankın üzerine bıraktı ve uzaklaştı genç adam. Aysun hemen üzerine kalın bir şeyler giyerek koştu dışarıya. Ama gizemli adam çoktan gözden kaybolmuştu bile. Bankın üzerinde küçük bir anahtar vardı sadece… Küçük sandığın anahtarı…

Sandığın içindekiler
Elleri titreyerek küçücük anahtarla işlemeli sandığı açtı Aysun. İçinde küçük bir kağıt parçası vardı sandığın. Ve kurutulmuş, sapsız bir kırmızı gül. Katlanmış kağıt parçasını açarak kalbi çarpa çarpa okumaya koyuldu. Güzel bir el yazısıyla yazılmış bir not vardı kağıtta. Şöyle diyordu: “Ben ilk defa biriyle sessizliği paylaştım biliyor musun? İlk defa birisi böyle güzel sustu yanımda. Bu küçük oyun ikimizin sırrı olsun istersen. Ama seninle paylaşmak istediğim öyle çok sır var ki! Ben yarın yine oradayım, ya sen?” Aysun hayatının en mutlu gününü yaşıyordu ve takvimler 14 Şubatı gösteriyordu o gün…

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir