Aşk Cinayetlerinin Anatomisi
Çeşitli yazarların, romanlarında tutkuya ve tutku cinayetlerine bakışlar…
“Bir sabah, geç uyandım, onu yanımda bulamadım. Masanın üstünde bir mektup vardı, birkaç satırla şunları söylüyordu :
Artık beni sevmeyen Mateo! Sen uyurken kalktım, X… otelinde, 6 numaralı odada sevgilimle buluşmaya gittim; istersen, beni orada öldürebilirsin, kapı kilitli olmayacak. Aşk gecemi öğleye kadar uzatacağım. Gel hadi! Belki de beni kucaklaşmam sırasında görme şansını yakalarsın. Sana tapıyorum. Concha.”
Pierre Louys, “Kadın ve Kukla” adlı romanından alınan bu bölümde, tutku cinayetlerine yol açan kışkırtmanın çıplak bir fotoğrafını çekiyor: Kadın, bir başka erkeği kullanarak, aşığının içinde kıvranan sahip olma azgınlığını ve ölümcül şiddeti çekip çıkarıyor, sevilmek ve/veya öldürülmek üzere ortaya, yatak adı verilen hedef tahtasının üzerine kendisini bırakıp beklemeye başlıyor.
Aşkla şiddetin iç içe geçtiği bu tuhaf sarmalın öteki ucundaki kişinin, aşk cinayetine doğru sürüklenen erkeğin duygularını başka bir yazarın, Ahmet Altan’ın kaleminden okuyabilirsiniz: “Kızın, diri, biraz kalınca boynuna parmaklarını geçirmeye başlıyor, onun etinin sıcaklığını başka hiçbir zaman hissetmeyeceği kadar bir güçle hissedip neredeyse aşkla coşarak ellerini onun etine gömdükçe gömüyorsun. Onun öleceğini hiç aklından geçirmeden, bir tür şehvetle hatta aşkla bastırıyorsun boynuna, parmaklarının kalın izleri kalıyor derisinde.”
Sahip olmanın karanlık çıkmazı
Marguerita Duras, erkeğin kadına sahip olma arzusunun doruğunda hissettiklerini “Ölüm Hastalığı”nda, “Sevdiğinizi öldürecek gibi olma duygusunu, onu kendinize, yalnız kendinize saklama, bütün yasaklara rağmen, bütün ahlaki baskılara rağmen onu alma, kaçırma isteğini duydun mu? Hiç bu isteği duydunuz mu?” cümleleriyle dile getiriyor. Bu noktada, karşılıksız aşklarla intihara doğru sürüklenen Cesare Pavese’nin günlüğüne yazdıkları akla geliyor. Pavese, sevdiği kadının başkasının olmasındansa ölmesini yeğleyeceğini söylüyor. Ortak nokta ölümcül bir sahiplenme duygusudur.
Yine Marguerita Duras, bu kez “Moderato Cantabile” adlı romanında, sahip olma ve sahip olunmanın ulaştığı tehlikeli sınırları bir olay örgüsü içinde anlatıyor. Kadın ve erkek, toplumsal kuralları giderek daha fazla hiçe saydıkları buluşmalarda, ölümcül bir birleşmeye doğru adım adım ilerliyorlar. Sonunda aralarında şöyle bir konuşma geçiyor: “- Ölü olmanızı isterdim, dedi Chauvin.
– Bu iş oldu, dedi Anne Desbarades.”
Aşkın cinayetle kesiştiği yer
Georges Bataille, “Erotizm” adlı incelemesinde, tutkuyla cinayetin kesiştiği çizgiyi tanımlıyor: “Sevilen varlığa sahip olma ölüm demek değildir, ama ölüm bu araştırmanın içindedir. Eğer aşık sevdiği varlığı elde edemezse, bazen onu öldürmeyi düşünür; çoğu zaman onu öldürmeyi kaybetmeye tercih eder. Diğer durumlarda kendi ölümünü arzular. Bu büyük öfke içinde söz konusu olan sevilen varlık içinde süreklilik duygusunu yakalamaktır.”
Bataille’a göre varlığın kendisi süreksizdir, başka varlıklardan ayrı ve zamanla sınırlı bir yaşamı vardır. Ancak hepimiz, anlaşılmaz bir serüvende yalnız olarak ölüme doğru ilerlerken, sürekliliğin özlemini duyarız, süreklilik duygusunu süreksizlik üzerine kurulu bir dünyanın izin verdiği ölçüde, yaşama sokmaya çalışırız. Sevilen kişi, kişisel süreksizliğin sınırlamadığı, sınırsız ve tam bir varlıktır.
Tutku rahatsızlıktır
Ancak tutku, beraberinde mutluluk umutlarını getirmesine karşın, kargaşa ve rahatsızlığa da neden olur. Bataille şöyle sürdürüyor: “Mutlu tutku bile o kadar şiddetli bir karışıklığa neden olur ki mutluluk haz duyulmasını sağlamadan önce çok büyük olduğu için karşıtına yani acıya benzer. Tutkunun özü, iki varlığın süreksizliğini mükemmel sürekliliğe dönüştürmektir. Bir güven duygusunun sürüklediği sakin bir mutluluk ancak, ondan önceki uzun bir acının yatıştırılmasıyla anlam kazanır. (…) Tutku bize sürekli şunu söyler: eğer sevdiğine sahip olursan yalnızlığının gırtlakladığı kalbin sevdiğininkiyle tek kalp olacaktır. (…) Bu çürük ve aynı zamanda derin birleşmeden çoğu zaman acı, ayrılma korkusu bilince hakim olur.” Bu nedenle, “eğer iki aşığın birleşmesi tutkunun eseri ise, bu birleşme ölümü, intiharı ve cinayet arzusunu çağrıştırıyor.” Ya da tersinden alırsak, Sade Markisi’nin dediği gibi, “Ölümle haşır neşir olmanın en iyi yolu onu ahlaksız bir fikirle bağdaştırmaktır.”
Tutkunun paradoksu
Eğer tutkunun şiddeti sonsuza kadar götürülürse elde kalan yalnızca soğumakta olan bir cesettir. Duras’nın romanında olduğu gibi, az önce tutkuyla aşığına sarılmış olan katil kucağında bir boşlukla kalakalır. Duras, bu yanıp tükenmiş varlığı şu cümlelerle tanımlıyor. “Kalabalığa doğru döndü, baktı, herkes adamın gözlerini gördü. Bu gözlerdeki bütün anlam yok olmuştu, yalnız arzunun şaşkın, silinmez, dünyaya yabancı anlamı kalmıştı.” Yaşanabilir olan yalnızca gerilim anının sürekliliğidir. Camus’nun “Sisyphos Söyleni”nde intihar için söylediği gibi, “gerçek çaba, burada elden geldiğince fazla kalmak, bu uzak bölgelerin garip bitkilerini yakından incelemektir. (…) O zaman us, bu hem ilkel, hem de alabildiğine incelmiş, dansın figürlerini daha örneklendirmeden de, daha kendisi yaşamadan da çözümleyebilir.” Tutkunun ölüm, intihar ve cinayet sınırında yaptığı gidiş gelişleri yaşayanların büyük bölümü de zaten Camus’nun önermiş olduğu gibi, son adımı atmıyor, ateşi sonuna kadar tüketip erken bir karanlığa gömülmek yerine, onu daha uzun süreli ve güvenli bir sevgiye dönüştürmeyi başarıyorlar. Ansızın parlayan duyguların ışığıyla gözleri kamaşıp bu derin karanlığa yuvarlananlarsa insanoğlunun “büyük duygular evreni”ne doğru düzenlediği seferde fazlaca öne çıkma ihtiyatsızlığını göstermiş olanlardır. Toplumun kendilerine ceza adı altında verebileceğinin çok ötesinde bir acıyla kıvranan bu insanların duygularını en iyi dile getirmiş olanlardan birisi, William Shakespeare, sevdiği kadını kıskançlık nedeniyle öldüren Othello’yu şöyle konuşturuyor:
“Benim için, akılsızca, ama çok seven biri deyin;
Kolayca kıskanmayan, ama bir kez de kıskandı mı
Kendini kaybeden biri diye söz edin benden.
O, deyin, aşağılık bir Hintli gibi,
Kendi kavminden daha değerli bir inciyi
Fırlatıp attı.”
Ve kendini hançerledikten sonra, Desdemona’nın cansız bedenine bakıp son sözlerini söylüyor:
“Öpmüştüm seni öldürmeden önce.
Öyle olacak yine
Öldürüyorum kendimi can vermek için öpüşünde”.
81 13-2-11ErcanErtem diyo ki: ilk verilen tepki biline7 altına yerleşmiş bi yanma olduğu ie7in olur eğer bu sfaahyı aşarsak gere7ekten acı hissettiğimizi fark ederiz ve sf6ndfcrfcrfcz.. ama zaten insan o yanmanın gere7ek acısını bir kez hissettikten sora biline7 altına yerleştirir o acıyı.. yani biline7 altındaki acıyı oluşturan gere7ek acıdır.. +15Sizce bu cevap yeterli mi ?