Bu Erkeklerle Çıkılmaz
Modern zamanların ilişkiler kitabında “date” (buluşma) diye bir kavram var uzun zamandır. Hafif ve eğlenceli geçmesi beklenen bu buluşmalar bazen insanın yüzüne gözüne bulaşıyor. Bazen de tarifsiz sıkıntılara yol açıyor. Acaba bu durumun sorumlusu genellikle buluşmayı doğru dürüst bilmeyen erkekler mi?
Konuya girmeden önce buluşma adabından söz edelim isterseniz biraz… Batı dünyasında çok yaygın olan buluşmanın temel amacı birbirini beğenen kadın ve erkeklerin karşı tarafı yakından tanıması. Diyelim ki bir partide, bir kafede ya da yolculukta tanışır kadın ve erkek. Aralarında karşılıklı bir çekim olmuşsa telefon numaralarını isterler. Ardından biri diğerini (genellikle erkek kadını, ama kadınların ilk adımı atması da dert değildir) arar ve bir yerlere davet eder.
Bu arada hiç tanımadığınız birini pazartesi günü arayıp salı günü için randevu isteyemezsiniz. Bu büyük bir kabalık sayılır, en az birkaç gün öncesinden aramalısınız. Davetin illa ki akşam yemeği randevusu olması da gerekmez. Onu konsere, spor karşılaşmasına, tiyatro galasına, parkta yürümeye ya da bir resim sergisi açılışına bile davet edebilirsiniz. Hatta ilginç programlar yapmak daha fazla puan kazandırır.
Karşı taraf programını gözden geçirir, o tarihte boşsa bir buluşma için sözleşilir. Uygun değilse ama yine de sizinle görüşmek istiyorsa, hemen alternatif bir program önerir. Eğer sahiden gönlü yoksa ve yan çizmeye başladığını hissediyorsanız da lafı fazla uzatmadan kibarca bağlarsınız. Israrcı olmazsınız ve bunu bir gurur meselesi haline getirip aşırı kişiselleştirmezsiniz. Demek ki işaretleri yanlış yorumlamışsınız. Eee, ne var bunda? Siz de denizdeki diğer balıkların peşine düşersiniz.
İşler yolunda giderse ve hoşlandığınız insanla buluşmayı başarırsanız, kendinizi doğru ifade etmeye çalışırsınız. Ortak noktalarınızı bulursunuz, o insanla rahat edip edemediğinize ve iyi vakit geçirip geçirmediğinize dikkat ederseniz. Her iki taraf da buluşmadan zevk aldıysa ve sıkılmadılarsa birbirleriyle görüşmeye devam ederler… Uygar dünyanın ideal buluşma ritüelleri aşağı yukarı böyledir. Ancak bu işler bizim memlekette biraz sarpa sarıyor. Ağız tadıyla basit ve sade bir buluşma pek gerçekleşmiyor nedense. Kadınların ortak kanısıysa Türk erkeklerinin buluşmayı bilmediği yönünde.
İşte, buluşmaları sıkıntıya hatta kabusa döndüren senaryolar:
Erkek buluşmak için gereğinden fazla ısrar ediyor. Hatta yalvar yakar oluyor. “Hayır”ı cevap olarak kabul etmiyor. Sırf kurtulmak için “Evet” diyorsunuz ve gece boyunca sıkıntıdan patlıyorsunuz.
Siz de onunla buluşmak istediniz, ancak gördünüz ki adamın elle tutulur bir tarafı yok. Kabalığını sergilemekten adeta zevk alıyor. Garsonlara kötü davranıyor, hesabın yüksekliğinden şikayet ediyor. Gece boyunca cep telefonuyla konuşuyor. Sofra adabı da felaket. Çok pişmansınız.
Buluşma boyunca sizi konuşturmuyor. Soru sormuyor ve sizi hiç merak etmiyor. Sürekli eski sevgililerini kötülüyor, kötü esprilerine gülmediğiniz için bozuluyor. Espri yapmadığı zaman da ya başka insanların başarılarına çamur atmakla ya da kendini övmekle meşgul. Sanki sessizlik yeminini yıllar sonra bozmuş gibi anlatıyor. Esnemenizi görmezden geliyor.
Gece boyunca gözlerinizi dekoltenizden ayırmıyor. Konuşurken göz teması kurmak yerine göğüslerinize konuşuyor. Sürekli etraftaki diğer kadınları kesiyor ve haklarında edepsiz yorumlar yapıyor. Kendini dayanılmaz derecede çekici buluyor. Masum bir iyi geceler öpücüğüyle yetinmeyeceği çok açık. Sizi yatağa attıktan sonra ertesi gece nasıl başından def edeceğinin hesaplarını yapıyor şimdiden.
Buluşmaya 16 yaşındaki oğlunu da getiriyor. Halbuki o yaşta bir çocuğu olduğunu bilmiyordunuz bile! Eski karısının nasıl bir canavar olduğunu anlatıp duruyor. Oğlanla nasıl iletişim kuracağınızı bilemiyorsunuz. Çocuk tuvalete gittiğinde de, “Oğlan duymasın ama bunun annesi beni ketenpereye getirdi. Aslında çocuk sahibi olmayı hiç istemedim” diyor.
Buluşmaya en pahalı saati ve üzerine boca ettiği pahalı erkek parfümüyle geliyor. Sözü ikide bir pahalı spor arabasına getiriyor. Gittiği tatilde kaldığı otelin ne kadar lüks olduğunu anlata anlata bitiremiyor. Size gösteriş yapmak için en pahalı şarabı açtırıyor ama geri gönderiyor. Oysa konuşurken göz teması kurmaktan bile aciz. Daha da fenası Blackberry’sini kurcalayıp duruyor.
Sanki bin yıllık karısıymışsınız gibi her şeyinize karışıyor. Durmadan bir şeylere müdahale ediyor: “Bu elbiseyle üşümüyor musun?”, “Bu kadar şarap içmesen diyorum, başın ağrıyacak”, “Dikkatimi çekti de, makarnanın üstüne tatlı ısmarladın. Şişmanlamaktan korkmuyor musun?” Bir yandan da sizinle ilgili gelecek planları yapıyor: “Sence nasıl bir anne olursun?”
Durmadan iltifat ediyor. Durmadan sizi övüyor. Sizinle karşılaştığı için ne kadar mutlu olduğunu söyleyip duruyor. Aşırı duygusal ve size aşık olduğunu sanıyor. Bakışları baygınlaşıyor, evlenme teklifi etmesi an meselesi. Korkuyorsunuz. Alkole hiç dayanıklı olmadığını da keşfediyorsunuz, gözünüzün önünde pelteleşiyor.
Saçları yağlı. Tırnakları kirli. Pantolonu ütüsüz. Gömleği lekeli. Ayakkabıları boyasız. Üstelik durmadan sızlanıyor ve hemen hemen her şeyden şikayet ediyor. Kendisiyle ilgili en mahrem detayları anlatıyor. Anlattıklarından rahatsız olduğunuzu anlamak bir yana, sizin hayatınızdaki özel detayları da bilmek istiyor. Hâlâ annesiyle yaşıyor, hesabı ödemeye parası çıkışmıyor.
Masaya oturduğunuz andan itibaren sizi eleştirmeye başlıyor. Hep tek kaşı havaya kalkık bir vaziyette dinliyor, her an hesap soracak gibi duruyor. Söylediğiniz her şeye karşı çıkıyor. Küçücük bir fikir alışverişini bile tartışmaya dönüştürüyor. Bazen de espri yapma zahmetine bile katlanmadan açık açık alay ediyor. Ses tonunu kontrol edemiyor. Sadece sizinle değil, sudan sebeplerle garsonlarla da tartışıyor. Sayesinde havadaki gerilim bıçakla kesilecek kadar yoğunlaşıyor.
Diyelim ki sizin başınıza yukarıdaki felaket senaryolarından hiçbiri gelmedi. İşler fevkalade yolunda gitti. Hem birlikte iyi vakit geçirdiniz, hem de belli bir çekim hissettiniz. Hatta ikinci buluşmayı iple çeker oldunuz. Yine de “buluşma dünyası”nda rahata erdiğiniz anlamına gelmiyor bu küçük mutluluklar. Kafanızda bin türlü soru dolaşmaya başlıyor bu sefer de: “Acaba o da benden hoşlandı mı?”, “Beni bir daha arayacak mı?”, “Benden başkalarıyla da görüşüyor mu?”, “Beklentileri benimkilerle aynı mı?”, “Belli bir strateji kurmak zorunda mıyım, yoksa kendim gibi mi davranmalıyım?”, “Onu tanıdıkça da hoşlanmaya devam edecek miyim?”, “Fazla mükemmel görünüyor. Acaba yakında hangi arızaları serilecek ortaya?” vesaire, vesaire… Hepimizin çok iyi bildiği gibi bu soruların ve sorgulamaların sonu bir türlü gelmiyor…
İnsanların birbirlerini tanımaya çalıştıkları bir süreç olan buluşmayı “kaçan kovalanır” şeklinde stresli bir av-avcı ilişkisine dönüştürmek eğlencenin bütün tadını kaçırıyor. Eğer buluşmayı bilmeyen biriyle buluşma hatasını işlediyseniz, kendinize eziyet etmeyin. Ona buluşma adabını öğretmeye de kalkmayın. Bir ilişkiye balıklama atlamak istemediğinizi, bağımsızlığınızı ve hayatınızı sevdiğinizi ve bazı şeyleri zamana bırakmaktan kimseye bir zarar gelmediğini siz biliyorsunuz ya, yeter… Karşınızdaki bilmiyorsa da nefesinizi boşuna tüketmeyin. Bırakın onu vakti ve sabrı çok olan kadınlar adam etmeye çalışsın. Siz eğlenmeye ve hayatın tadını çıkarmaya bakın.
Çünkü 30 yaşını geçmiş ama hâlâ yalnız bir kadın olmanız, eğlenmekten vazgeçtiğiniz, “Sinek kadar kocam olsun, başımda bulunsun” şiarıyla her erkeğe potansiyel koca gözüyle baktığınız, henüz doğmamış çocuğunuza baba aradığınız, çaresiz olduğunuz ve bu yüzden standartlarınızı düşüreceğiniz anlamına gelmez.
Unutmayın birlikte her zaman çok iyi vakit geçireceğiniz biri var. Hayatınızın her anında yanınızda olan, sizi çok iyi tanıyan, nazik, sevgi dolu, akıllı ve değerli biri. Bizzat kendiniz…
ay canım çok güzel olmuş gerçektende erkeklerin çogu böle bok kırkta bi nazik biri çıkar oda 40 ta bii tabikide xd